Bursa Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece
Bursa Mutlu Son Hizmeti  – Masör Ece
Bursa Mutlu Son döndüğünde, görüp beÄŸendiÄŸi meydana getirilen, heykelleri, resimleri anlattı bana. Bu efsaneler ülkesinde gezip görmüş olduklerine imrendim ve bu ufak, esmer, bir sürü güzel görüntünün hayaliyle dolu kafaya özenle bakarak, bir kez daha hayran oldum. Saygım büyüdü. Zaza’nın kimselere benzemezliÄŸi, özgünlüğü büyülüyordu beni. EleÅŸtirmekten çok, araÅŸtırıp öğrenmekten hoÅŸlanıyor, bundan dolayı de her ÅŸeyle ilgileniyordum. Oysa Zaza, daha müşkülpesentti. Yunanistan’a bayılmıştı.
Bursa Mutlu Son romalıları sıkıcı buluyordu. Kral ailesinin başına gelen felaketlere aldırmıyor, Napoleon’u beÄŸeniyordu. Racine’e hayrandı, ama Corneille’e dayanamıyordu hiç Horace ve Polyeucte’den hiç hoÅŸlanmıyor, adamcıl’ı öve öve göklere çıkarıyordu. Onu bildim bileli, hep beraberce, her ÅŸeyle alay etmeye bayılırdı. On iki on beÅŸ yaÅŸlan arasındaki dönemde, bu alayları sistemli, tertipli bir biçime girdi. Bir tek tanıdıklarımızın çoÄŸunu küçümseyip alay etmekle kalmadı; yerleÅŸmiÅŸ kurulu düzen, töre ve geleneklerle de alay etmeye baÅŸladı. BenimsenmiÅŸ, köklenmiÅŸ fikirleri küçümser oldu. LaRochefoucauld’un Maxims’ini baÅŸucundan noksan etmiyor, her fırsatta, insanları öz çıkarın yönettiÄŸini söylemekten bıkıp usanmıyordu. Genel olarak insanlık hakkında belirli bir fikrim, bir görüşüm yoktu; onun bu bilgiç karamsarlığı, beni derinden etkiliyordu. Görüşlerinin çoÄŸu terslik temeline oturmuÅŸtu.
Bursa Mutlu Son
Bursa Mutlu Son Fransızca kompozisyon dersinde Alceste’i Philinte’e karşı savunarak, Napoleon’a Pasteur’den önce bir üstünlük tanıyarak bayağı skandallara sebep olmuÅŸtu. Zaza’nın bu cüreti, bu dobralığı öğretmenlerin bir kısmını kızdırıyordu. ötekiler ise, bu davranışlarını “çocukluk” olarak tanımlıyorlar, bundan hoÅŸlanıyorlardı. Bazıları ondan yaka silkiyor, bazılarının ise gözbebeÄŸi oluyordu. çoÄŸu zaman kendimi ondan üstün görürdüm. Hatta, “İşin temeline inmek” yönünden ondan çok daha ileri olduÄŸum için, Fransızca derslerinde bile kendimi Zaza ile bir tutmazdım.
Fakat sanırım, Zaza’nın ille de birinci olmak benzer biçimde bir endiÅŸesi yoktu. Notlan benimkiler kadar iyi olmadığı biçimde, rahatlığı ve serbestliÄŸiyle, derslerine, ödevlerine, tüm çalışkanlığıma raÄŸmen ya da bu çalışkanlığım yüzünden benimkilerde hiç görülmeyen, tanımlanması güç bir renk, bir canlılık, yeni bir kalite katıveriyordu. “KiÅŸilik sahibi” olduÄŸu söylenirdi hep; üstünlüğü buradan geliyordu. Kendimi kaptırdığım “kendini küçümsememiÅŸliÄŸim” , kiÅŸiliÄŸime köşeli çizgiler verememiÅŸti, içimde, aklımda her ÅŸey belirsiz, biçimsiz, anlamsızdı.
Oysa, Zaza’ya baktığım süre, pırıl pırıl bir kaynaktan fışkıran su kadar duru, mermer kadar somut ve bir Dürer portresi kadar belirgin çizgileri olan bir varlık görüyordum. Bu varlığı, kendi içimdeki boÅŸlukla kıyaslıyor, kendimi küçümsüyordum. Bu kıyaslamaya Zaza zorluyordu beni; çünkü ikide bir, kendi aldırmazlığı ile benim ciddiliÄŸim, kendi kusurları ile benim mükemmelliÄŸim arasında paralellikler kurar alay ederdi. Ben de kurtulamazdım onun alaylarından. “Benim kiÅŸiliÄŸim yok” diye acırdım kendime. Merakım, öğrenme isteÄŸim her ÅŸeyi kapsıyordu. Mutlak gerçeÄŸin varlığına, ÅŸaÅŸmaz doÄŸrunun olurluluÄŸuna inanırdım. Terbiye kuralları açısından, buna inanmak zorunluluÄŸunu duyardım. Düşüncelerim, organize ettiÄŸim mevzulara ayak uydururdu.
Son yorumlar